02 Nisan 2020, Perşembe

Virüsler dünyaya hükmederken…

 

Aralık’ta Çin’in Wuhan eyaletinde ilk vakanın görüldüğü korona virüsü Covid-19, üç ay içinde küresel salgına dönüştü. Şimdiye kadar 446.567 kişide virüs görüldüğü tespit edildi ve bunlardan 19.803’i hayatını kaybetti. Türkiye’de ise 1.874 tespit edilen vakadan 44’ünün ölüm ile sonuçlandığı açıklandı. (25 Mart itibariyle https://www.worldometers.info/coronavirus/ verileri). Virüs nedeniyle okullar tatil edildi, cafe-bar gibi işletmeler kapatıldı, marketlere çalışma süreleri kısıtlandı, vb. Bir tek AVM’lere dokunulmadı. Tabi bir de fabrikalara falan…

Korona virüsü salgınının ortaya çıkışına birçok şey neden olmuş olabilir. Hatta bunun laboratuvarda üretilmiş bir virüs olma ihtimali de güçlü. Fakat virüs salgını ister bir strateji unsuru olarak ister kendiliğinden ortaya çıkmış olsun, karşı karşıya olduğumuz gerçeklik aynı. Bu gerçeklik, iki yüzyıllık kapitalizmin yarattığı bir felaket gerçekliğidir.

Korona, insanlarda ve hayvanlarda hastalığa yol açabilen ve birçok türü bulunan virüslere denilmektedir. 2002 yılında Çin’in Guangdong Eyaleti’nde başlayan SARS-CoV virüsü salgını dünya genelinde 17 ülkeye yayılmıştı. Bu salgında 8098 kişi hastalığa yakalanmış ve 774 kişi hayatını kaybetmişti. 2012 yılında Suudi Arabistan’da başlayan MERS-CoV virüsü salgını ise dünya genelinde 27 ülkeyi etkilemiş, salgına yakalanan 2499 kişiden 861’i hayatını kaybetmişti.

Covid-19, 27 Aralık 2019 tarihinde Çin’in Ruhan eyaletinde bir hastaneye ağır pnömoni (zatürre) tanısıyla yatırılan hastalarda tespit edildiği açıklandı. İlk hastaların Wuhan’daki bir hayvan pazarı ile ilişkili kişiler olduğu tespit edilmişti.

Covid-19 virüsünün neden Wuhan’da çıktığını ve oradan kısa zamanda dünyaya nasıl yayılabildiğini anlamak için hızlıca bu kente bakalım:

Wuhan, Çin’in 9. büyük şehri, nüfusu 11 milyon. Ama 2000’ne kadar bir tarım bölgesiydi. Bugün Orta Çin’in siyasi, ekonomik, finansal, ticari, kültürel ve eğitim merkezi olarak kabul edilmektedir. Wuhan, üç ulusal kalkınma bölgesi, dört bilimsel ve teknolojik geliştirme parkı, 350’den fazla araştırma enstitüsü, 1.656 yüksek teknoloji işletmesi, çok sayıda işletme inkübatörü ve 230 Fortune Global 500 firmasının yatırımlarının olduğu, başlıca sektörleri arasında optik-elektronik, otomobil imalatı, demir-çelik imalatı, yeni ilaç sektörü, biyoloji mühendisliği, yeni malzeme endüstrisi olan bir “serbest ticaret merkezi”. Dongfeng Honda, Citroen, Shanghai GM, DFM Binek Aracı ve Dongfeng Renault dâhil olmak üzere 5 otomobil üreticisi var. Dongfeng-Citroen Automobile Co. Ltd’nin merkezi şehirdedir. 5.973 yabancı yatırım girişimi ile 80’den fazla ülkeden yabancı yatırım çekmiştir. Wuhan, 2017 yılında tasarım alanında UNESCO tarafından bir ‘Yaratıcı Şehir’ olarak ilan edildi.

Yani Wuhan her hangi bir yer değildir. Tam da 1980’lerden itibaren dünyayı yeniden şekillendiren, neo-liberal küreselleşmenin yarattığı bir mega-kenttir. Küreselleşme ile oluşan yenidünya düzeninde, üretim, emeğin ve doğanın “ucuz” olduğu bölgelere kaydırıldı. Bu yüzden bütün emperyalist kapitalist şirketler Çin’i, Uzak Asya ülkelerini, Brezilya, Arjantin, Türkiye gibi ülkeleri tercih etti. Bu sistem içinde bazı ürünler bir yerde üretilip dünyaya dağılıyor. Çin, Kore, Tayvan vb. teknoloji, ara-mallar başta olmak üzere her şeyin üretildiği yerler oldu. Brezilya, endüstriyel tarım şirketlerinin Amazonları yağmaladığı bir yer haline geldi. Türkiye, inşaat, enerji ve maden şirketlerinin üssü haline geldi.

İkinci olarak, 70’lerden beri kapitalizmin gelişmesinin aldığı biçim itibariyle su, orman ve yaban hayatın; enerji, maden, turizm ve endüstriyel tarım şirketleri tarafından küresel olarak temellük edilmesiyle ekolojik yıkım kısa sürede derinleşti. Dünya üzerindeki canlı yaşam birçok ekosistemin bütünlüğünden oluşur. Bu ekosistemlerin birinde kırılma, bozulma meydana geldiğinde bütününde etkisini gösterir. Dünyanın birçok yerinde, bu arada, virüsün ilk görüldüğü Çin’in Wuhan kentinde de, yaban hayata müdahale hat safhada, yabani hayvan ticareti yasal ve yasadışı bir şekilde akıl almaz boyutlarda sürdürülüyor. Dolayısıyla hayvandan insana bulaşan virüs vakalarının ortaya çıkması normal. Ayrıca iklimsel ve biyoçeşitliliğin değişmesi de bütün canlı türlerini zorunlu evrimsel değişimlere, yeni oluşan ortamlara uyum sağlamaya zorluyor.

Bütün bunlar dışında, neo-liberalizm, sağlığın, eğitimin, altyapı hizmetlerinin vb. her şeyin şirketlerin eline terkedilmesini, her şeyin piyasalaştırılmasını sağladı. Hükümetler esas olarak şirketlerin lehine, piyasada düzenleyici rol üstlenmek ve güvenlik işlevini yerine getirmek görevlerini üstlendi. Bu yüzden de, bugün küreselleşen pandemi karşısında hızlı ve etkili tedbirler almaktan aciz kaldılar. Çünkü hiçbir ülkede insanlar yeterince sağlık hizmeti alamıyor, sosyal güvenceye sahip değiller, devletler yurttaşlarının sağlık, sosyal güvenlik gibi haklarını korumuyor, bu yönde yatırım yap(a)mıyor, önleyici sağlık hizmetleri karlı olmadığı için yapılmıyor. Bunun yerine ne yapılıyor? Türkiye’de olduğu gibi AVM benzeri “şehir hastaneleri” yapılıyor ve bu inşaatları yapan şirketlere “hasta garantisi” veriliyor. Evet, bunlar sadece Türkiye’de olmuyor, bütün kapitalist ülkelerde durum bu. Ve dikkatinizi çekelim, Covid-19 salgınına karşı harekete geçirilen ilk hastaneler listesinde tamamlanmış “şehir hastaneleri” vardı.

Korona, küresel sağlık krizlerinde ne kadar çaresiz olduğumuzu, devletlerin “halk sağlığı”nı, “ekolojik sorunları” ne kadar önemsediğini ortaya çıkardı. Virüsten korunma için alınan tedbirlerin hiç birinin toplumdaki gelir adaletsizliği ve eşitsizliği karşısında etkisinin olmadığı, olamayacağı açığa çıktı. Eldeki veriler, kişisel temel bakım ve temizlik ihtiyacının karşılanması bakımından bile milyonlarca insanın yoksunluk içinde olduğunu gösteriyor. Türkiye’de korona salgını nedeniyle iş kapatmalardan sonra işsizlerin sayısının 15 milyona yaklaşığı tahmin ediliyor. Nüfusun yüzde yirmiden fazlası açlık sınırının altında, yüzde altmıştan fazlası ise yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bu veriler “evde kal” demekle hiçbir sorunun çözülemeyeceğini gösteriyor. Fabrikalardan işçilerin seslerini duyuyoruz, “sosyal mesafelenme” önerisi fabrikalarda, şantiyelerde nasıl uygulanacak? Tersine korona salgınını da şirketler fırsata çevirerek ya işçileri ücretsiz izne gönderiyor ya da bu tehditle devletten teşvik koparmaya çalışıyor.

Devletler salgını önlemek yerine onu toplumu yönetmenin yeni bir aracı haline getiriyor. Karantina uygulamaları, askeri araçlarla şehir içlerinde kontrol noktaları oluşturulması, sokağa çıkma yasakları, yaşlılar için evden çıkma yasağı, esnek çalışma biçimi olarak evden çalışmanın getirilmesi vb. gibi birçok yönetim tekniği hayata geçiriliyor. “Sosyal mesefalenme”, “evde kal” kısa zamanda yeni bir toplumsallık halinin kodu haline gelmiş durumda.

Korona nedeniyle bütün toplantılar, gösteriler vb. iptal edilmek zorunda kalındı. Cezaevleri, siyasi tutsaklar hariç, boşaltılıyor, KHK’lı doktorlar işe geri çağrılıyor vb. Bunlar bir kez daha “Allah’ın lütfu” iktidar için. AKP’nin yayınladığı “kurtarma planı”nda, korona ile hiçbir alakası olmayan bir madde vardı: 500 bin liranın altındaki konutlarda kredilendirilebilirlik miktarının yüzde 80’den yüzde 90’a çıkartılmasıyla ilgili… Yani iktidar her durumda inşaat şirketlerinin derdinde. 16 Mart 2020 günü Cumhurbaşkanlığı bir kararname yayınlayarak koruma altına alınmış doğa alanlarının da maden ve turizm şirketlerine kullandırılmasına izin çıkardı. Yaşlılara getirilen “ev hapsi” de öyle. Buna benzer durumları distopya kitaplarında ya da filmlerinde izlemişizdir. İktidar “hastalıklı” ya da “işe yaramaz” gördüğü insanları sistemin dışına atar, izole eder, karantinaya alır. Bunların hepsi toplumu yönetme biçimleridir.

Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.