Image

Süha Baytekin
Kutsal Güneşin Çocuklarına
suhabaytekin@gmail.com
Tüm Yazıları

01 Kasım 2019, Cuma

Üzgünüm

       Üzgünüm, biraz da şaşkın, laf olsun diye değil, samimiyetle!

       “Neden?” diye soracaksınız.

       “Neden?” diye ben hepimize soracağım.

       Nedendir, kimi zaman bile isteye, düşünerek, emek sarf ederek, bırakın başkalarını, kendimizi kandırmaktan aldığımız bu haz?

       Allah aşkına! Ne görüyoruz aynanın karşısına geçtiğimizde?

       İnanmış, dürüst, göründüğü gibi olan ya da olduğu gibi görünen bir insan mı?

       Daha az önce, riyasını allayarak pullayarak satan bir düzenbaz mı?

       İnsanlığa ve halkına dair hedefleri olan, bıkmadan, yılmadan düşe kalka o hedeflere doğru azimle yürüyen bir savaşçı mı?

       Ya da tam tersi, direnmeden, savaşmadan, alın teri dökmeden hep ama hep yenilmeyi kabullenmiş kifayetsiz, acınacak bir korkak mı?

        Vakur, onurlu, özverili, başı dik, alnı açık biri mi gördüğümüz,

       Zafer naraları atan, yarın yeni kelleri kopararak ganimet devşirecek eli kanlı bir tiran mı?

       Anasının, babasının hayır duasını almış bir evlât mıdır aynadaki, kalplerinin enkazı altında kalmış bir bedbaht mı?

       İnsana, insanımıza, yaratılmışa hizmet anlamında, kaçımızın içi rahat başını yastığına koyduğunda?

       Kaçımız maziye borcunun, bugüne ve geleceğe sorumluluğunun farkında?

       Kaçımızın yüreği titriyor, ruhu daralıyor, nefesi kesiliyor lâyık olamama korkusundan?

      Her daim hasretle andığımız ninelerimizin masallarını aramızdan kaç kişi iç huzuru ile anlatabiliyor çocuklarına, torunlarına?

      Çıkıp geliverseler “Kuzum benim” diye sarılacaklar mı yine bize?

      Yüzümüze bile bakmadan, dönüp gidecekler belki de! Öylece bakıp kalacak mıyız arkalarından? Mezarlarını ziyaretlerimizde okuduğumuz Fatihalar birikiyor, birikiyor, birikiyor ve tokat olup suratımıza inmek üzere bizi bekliyor olabilir mi?

       Kaçımızın eli uzandı bugün tutacak bir el arayana ayırım yapmaksızın? Bir hayvanın önüne bir lokma ekmek koyan ve onun cömertçe sunduğu dupduru sevgisiyle ruhunu yıkayan kaç kişi var meselâ?

      Bizi görenler kaçmak için mi koşuyorlar, yetişip yanımızda yürümek için mi?

      Çoğu zaman, olmadığımız gibi görünmek için emek harcarken, kaçımız gerektiği gibi olmak için gücümüz yettiğince çabalıyoruz?

       Ben kendimden hiç ama hiç emin değilim.

       Üzgünüm, kaygılıyım,

       Bocalayıp duruyorum.

       Sizi bilemem!

       İşte, bu ruh haliyle kendimle kavga ettim bugün.

       “Biz böyle değildik!” dedim sanki yeni bir şey söylüyormuşum gibi. Sonra dedim ki;

       Madem böyle olmadığımızı biliyorum nasıl olduğumuzu da az çok biliyorum demektir. O zaman yazmak gerek bildiklerimi…

       Onurluyduk, merttik, dürüsttük,

       Paylaşımcıydık, hoşgörülüydük hem de yardımseverdik,

       Saygılıydık, sen ben yoktu aramızda, ne kadar da güzeldik,

       Güvenilirdik, merhametliydik, büyüklerimizi baş tacı ederdik,

       Şahsiyetliydik, namerde boyun eğmezdik,

       Fitneye fesada karşı koyardık, hakkımızı yedirmezdik, hak yemezdik,

       Bilgeydik, adaletliydik, özveriliydik,

       Kimseye yan gözle bakmazdık, iftira atmazdık, nifak çıkarmazdık,

       Vefalıydık, kararlıydık, saygılıydık,

       Düşmanımız bile olsa insaflıydık,

       Daha çok çok meziyetimiz vardı bizim.

       Ne de güzel sıraladım...

       İyi laf yapar benim ağzım.

       Ah şu “di’li ve miş’li “ geçmiş zamanlar!

       “Madem biliyorsun ol o zaman veya susmayı dene“ dedim yine kendime.

       Ya da dedemin ifadesiyle;

       “Sus ki görenler adam sansınlar!”

       Haliyle sustum.

       Dedim ya, bugün başka bir gün.

       Ve ben üzgünüm...

 

Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.