Image

Birgül Asena Güven
@dünyayerindenoynar
birgulasena2018@gmail.com
Tüm Yazıları

02 Nisan 2020, Perşembe

Mor sümbüller

Bu ay; kadınların 8 Mart gece yürüyüşünü anlatacaktım ben. Kadıköy’deki kadın mitinginde ve gece yürüyüşünde gördüğüm gencecik kadınların bana umut verdiğini, 8 Mart etkinliğinde Madina Pashtova’nın tadı damağımızda kalan nitelikli ve keyifli sohbetinin İstanbul Kafkas Kültür Derneği salonunu dolduran birbirinden farklı düşüncelerdeki insanlarımız tarafından pürdikkat dinlendiğini, Seteney Kadın Grubu’nun bu organizasyondaki başarısını, Denef Huvaj’ın şahane fotoğraf sergisini anlatacaktım aslında.

Bu yazıyı evden burnumu çıkarmadan yazacağım hiç yoktu aklımda. Korona tabii ama merak etmeyin; bütün kanallardan üzerimize yağan analizlere bir yenisini eklemeye niyetim yok.

Kaybolmakta olan kimliklerin, dillerin, doğanın yitirmekte olduğumuz dengesi ile benzer bir kaderi, süreci yaşadığını hatırlamak için bugünlerde yaşananlardan öğrenmenin iyi olacağını söylüyorum sadece.

Hâkim dillerin/kültürlerin dışındaki diller/kültürler ancak oyun masasında yeni bir kart olduklarında ve arkalarına global güçleri aldıklarında değiştiriyor gibiler kaderlerini. Oysa bu durumda değişen sistem değil hâkim olan oluyor sadece. Ancak; mesela anadilinde eğitimi herkes için istediğinizde, sistem dışı bir hareket yapmış oluyorsunuz ki tam da bu yüzden bu önerme pek kabul görmüyor. Oysa demokratik çözüm oralarda bir yerlerde olabilir.

Dünya Ekonomi Forumu (WEF) tarafından paylaşılan 2020’nin Küresel Riskler Raporu’nda beş tehdit ifade ediliyor;

1) İklim değişikliği sonucu sıradışı hava olayları;

2) İklim değişikliği ile mücadelenin başarısızlığa uğraması;

3) Doğal afetler;

4) Biyolojik çeşitliliğin kaybı;

5) İnsan eliyle yaratılan çevre felaketleri.

8-10 yıl öncesine kadar ekonomik altyapı sorunları ile dolu olan listede bugün sadece kapitalizmin bizzat yarattığı çevre sorunları var. En önemli tehdit “biyolojik çeşitliliğin tahribatı” olarak özetlenmiş. Durgunluk ve yükselen eşitsizlik koşullarının yarattığı toplumsal dışlanmalar ile birlikte yaşanacak olan bu çevre sorunları WEF’e göre bir kısırdöngü oluşturuyor.

 Bu sistemde ne doğayı ne azınlık kimliklerinin korunmasını gerektiren sürdürülebilir bir dinamik olmadığını görmek umutsuzluk getirmemeli. Doğayı, dünyayı yok eden neo-liberal yaklaşımların kültürleri korumak gibi bir önceliklerinin olmamasını anlayabiliyorum. Öncelik sistemi devam ettirmek olduğunda ve savaş artık bir araç olarak tek başına yetmediğinde ‘virüs’ün ortaya çıkması üzerine edilmiş çok söz var. Evet, biraz altüst edici görüşler bunlar ama Homo sapiens’i biliyoruz değil mi; hani şu hemcinslerini büyük fırınlarda yakan tür.

 Bu sistem sürdürülebilir değil. Dünyayı yok ediyor. Sürdürülebilir bir dünyaya niyet ettiğinizde halkların anadillerinde taşıdığı kadim bilgiye de ihtiyacınız olacaktır. Biyolojik çeşitlilik ve kültürel çeşitlilik aynı kaynaktan tahrip edildi. Korona yüzünden ekonominin yavaşlamasıyla, doğanın hemen kendini toparlamaya başladığını ve ozon tabakasındaki deliğin bile küçüldüğünü düşünmek umut olsun derim ben.

 8 Mart gece yürüyüşünden dönen kadınların doldurduğu Karaköy-Kadıköy vapurunda yürüyüşle ilgisiz yolcular da vardı. Bütün vapur sazla, sözle, sloganlarla inlerken o yolcuların da ilgisiz kalmaları mümkün olmadı tabii. Kimi gülümseyerek, kimi tespihini sert hareketlerle çekerek izledi olup biteni. Bir kucak dolusu mor sümbüle başını gömmüş 18-19 yaşlarındaki kız neler düşünerek izliyordu bilmiyorum. Gözlerini kocaman ve ürkek açmış, söylenenleri anlamaya çalışıyordu. Yanı başımda uzun uzun seyrettikten sonra hiç ses çıkarmadan ve sadece dudaklarını oynatarak sözcükleri tekrar etmeye başladı. Baktım. Gülümsedi.

 “Düüüün ya yerinden oynar, Düüüün ya yerinden oynar…”

Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.