20 Ocak 2016, Çarşamba

Dine karşı din

Artan riskler karşısında adalet duygusunun, empatinin, ahlakla gerçeğe sarılmanın anlamsız hale geldiği; ortak hukukun, felsefi düşünme pratiklerinin terk-i diyar ettiği bir dünyanın giderek daha da beter hale gelen bir köşesinde yaşıyoruz...

Normsuzluğun, ahlaksızlığın, oluk oluk kan vaadinin, mafyacılığın, çok paranın çok itibar yaratabildiği, silahlı olmanın kahramanlık ve erkeklik anlamına geldiği bir dünya köşesindeyiz.

İnsan hayatına verdikleri değer bakımından al birini vur ötekine kıvamında olan ülkeler birbirlerine giriyorlar. Birisi, şiir yazdığı için Kürt asıyor; diğeri Şii din adamlarının kafasını kesiyor; kadın taşlıyor...

Birbirinden nefret eden bu ülkelerden birinin vatandaşları, kahraman milliyetçiliklerini savunmasız elçilik binası yakarak gösteriyorlar örneğin...

“Gavur icadı” Toyota’larına atlayıp, “İslamcı kahramanlar” havalarında ortalıkta tam gaz dolaşan haydut çeteleri uluorta kafa kesiyor; kadın satıyorlar, tecavüz ediyorlar... Ruhları, beyinleri ve kalpleri ataerkil yapılar ve yaşadıkları tatminsizlikler altında dumura uğramış bir takım insancıklar, öbür tarafa geçtiklerinde hurilerin karşısında işlevsiz kalmamak için apış aralarını metal plakalarla koruyup, kendilerini havaya uçururken, “şehit” olduklarını zannediyorlar... 

Din görünümlü itaat

Kimisi, arkalarındaki tanklar eşliğinde duvarları “İslammış gibi” yazılarla donatıyor; Cizre’yi, Silopi’yi itaat ettirmek için Afyon’dan, Bayburt’tan geldiklerini ilkokul çocuklarının tahtalarına yazıyorlar...

Ölümü kutsuyor hepsi...

Din adına, vatan millet adına, örgüt adına...

Ve biz sırf “bizden” diye tapınıyoruz bir takım ahlaksız insanlara... Ya da bizden olmayanlardan nefret ediyoruz...

Mesela ismini vermeden Erdoğan’ın “eyalet, özerklik” üzerine gayet olumlu laflarını okuyan Garo Paylan’a bir takım tribün taraftarı ruhlu milletvekilleri, “mektubu Kandil’den mi aldın?” diye laf atıyor...

Cumhuriyet gazetesinde haberin gerisi yok; bu pek itibarlı, ahlaklı ve de bilinçli milletvekili takımının, Paylan’ın okuduğu metnin Erdoğan’a ait olduğunu öğrenince nasıl tepki verdiklerini, morarıp morarmadıklarını, bir parça olsun utanıp utanmadıklarını, özür dileyip dilemediklerini falan da bilemiyoruz...

İş bu hale gelirken, en acıklı ayrıntı ise bütün bu işlerin gayet “İslami” olduğunu söyleyen bir partinin hükümranlığı altında cereyan etmesi ve zirve yapmasında yatıyor...

İslami hareket ya da bir başka pencereden bakarsak İslamcılık ölmedi ama hükümet partisi altında çok kötü yenildi.

Ahlaksızlık, insaniyetsizlik tavan yapıyor ve bu, içinde “İslam”a dair kelimeler ve cümleler geçen bir takım söylemler sayesinde meşrulaşıyor.

Kabataş yalanını üretmiş olan, savunmuş olan ve yalanın ortaya çıkmasına rağmen, hâlâ özür dilemeyi reddeden bir takım taraftarlarda “ahlâk” aramak mümkün mü?

Öyle görünüyor ki, “din adına konuşan” bu taraftar kitlesinin bir müddet daha kamusal alanı işgal ettiğini görmek zorunda kalacağız.

Ancak, “dindar” görünümlü ve ahlâktan pek pay alamamış ya da güç kazandıkça sahip olduğu ahlâk kırıntılarını yolda dökmüş olan bu insanların tekeline alamayacakları bir başka dünya var.

“Allahuekber” ne demek?

Bu dünyadan bir grup geçtiğimiz günlerde Demokratik İslam Kongresi’nin ikincisini düzenledi ve en azından “İslami söylemin” ya da daha genel bir ifadeyle “dindarlığın” kimsenin tekelinde olmadığını dile getirdi.

Mesela, kongreye katılan ve Mandela’nın yoldaşlarından, İslami Kurtuluş teoloğu, Güney Afrikalı Farid Esack’ın sözleri, sağda solda futbol sloganı kıvamına ulaşan “Allahuekber” referansı konusunda alternatif bir ses dile getiriyordu:

“Bizler Allahuekber derken ne diyoruz? Allah en büyüktür demiyoruz, Allah’tan büyük hiçbir şey yoktur diyoruz. Yani bizler yeryüzünde hiçbir şey değiliz, o yüzden Allah için ezilenler ile birlikte olmak zorundayız. Sen burada güçlü olmak peşinde koşamazsın. Hiçbir Peygamber ‘nasıl güçlü olurum’ demedi, ‘ben zayıflar için nasıl başkaldırırım’ diye sordu. Adil toplumu yaratmak Müslümanların içindeki ortak gaye olmalı.”

Ya da Mücahit Bilici, Emir Kaya ve Fahrettin Dağlı’nın imzalarıyla duyurulan ve “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Adelet ve Kalkınma Partisine Uyarılar” başlığını taşıyan mektup da ahlaksızlığı din kisvesinde sarıp sarmalayanlara karşı bir ültimatom niteliğindeydi...

Şu satırlar, Müslümanca bir perspektiften yazılan o beş sayfalık mektuptan alındı:

   “Propagandalara kapılan kitlelerin tezahüratlarına itibar etmeyiniz.

   Siyasi manipülasyonlara başvurmayınız. Siyasette cephe ve alan kazanmak gayesiyle ülkenin ve makamlarınızın enerjisini tüketmeyiniz.

   Hukuken izah edemeyeceğiniz eylemlerden bir an önce el çekin. İslami bile görünse siyasi tutkulara kapılarak Müslüman profilinin özsüzleşmesine ve nobranlaşmasına yol açmayın.

   Kanaatleri manipüle, düşünceyi hadım ediyorsunuz. Zaaflara oynamak üzerine kurulu çirkin bir siyaset labirentinde bocalıyorsunuz. Ülkenin zaten bozuk olan siyaset dilini, kültürünü siz de zehirliyorsunuz.

   İktidarın ilk senelerinde görünür olan makul ve hakkaniyetli davranış biçiminiz, yerini toplumsal kamplaşmaları diri tutma, kaos ve korkudan nemalanma eğilimine bırakmıştır. Sürekli gerginleştirici dil kullanılması, bizden-onlardan ayrımı yapılması, mukaddes duygular kullanılarak insanların siyasi kâfir ilan edilmesi, dışlanması, ölçüsüz ve hukuksuz bir şekilde ezilmesi hukuken ve vicdanen kabul edilemez bir utançtır.

   Bir Erdoğan kültü oluşması sosyal yarılmalara yol açmaktadır. Tüm şahıs kültleri aynı verimsiz sonucu doğurmaktadır.

   Mülkün, iktidarın, huzurun temeli siyaset değil, adalettir. Adalet doğurmayan siyaset ahlaksızlıktır, zulümdür.

   Müslümanlık iddiasındasınız; Müslümanca davranın. Güç ve iktidarı kutsallaştırma yönünde sürdürdüğünüz siyasetinize dini ve hamasi gerekçeler bulmaktan, hem Müslümanlığı hem de ülkenin atmosferini bulandırmaktan vazgeçin.”

Mektubun kendisini okumanızı tavsiye ederim. Ortalık korkudan ve kokudan; öfkeden ve nefretten geçilmez bir durumdayken, adeta hayat veren bir oksijen tüpü gibi geliyor.

Burada bitmez tükenmez bir şekilde ve hayatın her alanında verilmesi gereken bir mücadelenin önemi çıkıyor karşımıza...

Bu mücadeleyi verenler, inatla dinin başka bir şey olduğunu anlatmaya ve dini cila olarak kullananların, güç ve çıkar hesabı yapanların elindeki hegemonyayı kırmaya çalışıyorlar. Bu bir bakıma, “sizin dininiz benim dinim değil” demek anlamına geliyor. Çünkü çıkarlarla örülmüş bir “din görünümünün”, bu din görünümüne kılıf takan hoca, alim takımı da dahil olmak üzere, hâlâ ortalıkta din diye dolaşanların önünde durmaya çalışıyorlar.

Ve eğer, düne kadar “şeriat” korkusu ile yatıp kalkan bir takım “seküler beyazlar” bile ortalıkta “dindar” kıvamında dolaşan adamların kurmuş olduğu dünyanın sağladığı çıkarlar eşliğinde, bugün “din” muhabbeti yapmaya başladılarsa; bu mesele, sadece bu konuda doğrudan ilgili ve bilgili olanların meselesi değil; “din görünümüyle” muhatap olan herkesin ortak meselesidir.

 

 

 

 

 

 

Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.