Image
2019 Mart

FARUK EREN - Kayıp Bir Devrimin Hikâyesi

‘Kayıp Bir Devrimin Hikâyesi’ni okuyun. Yaşınız, cinsiyetiniz, kimliğiniz her ne olursa olsun, bu dünyada yaşıyorsanız okuyun. Size bir edebiyat başyapıtı vaat etmiyor yazar ama samimiyet, kendiliğindenlik ve gerçek var satırlarında.

Yazan: Birgül Asena Güven

‘Kayıp Bir Devrimin Hikâyesi’ni okuyun. Yaşınız, cinsiyetiniz, kimliğiniz her ne olursa olsun, bu dünyada yaşıyorsanız okuyun. Size bir edebiyat başyapıtı vaat etmiyor yazar ama samimiyet, kendiliğindenlik ve gerçek var satırlarında. 78 kuşağından gelenlerin hayatın içerisinde koşuştururken kalplerinde taşımakla yetindikleri, dile getirecek zemin bulamadıkları, bazen eleştirdikleri, bazen uzak durmaya çalıştıkları, yok saydıkları, bazen tutundukları hikâyeleri anlatıyor. Bugünkü Türkiye’yi yorumlayabilmek için ihtiyacımız var yaşanmışları bilmeye. Hayrettin Eren’in annesinin katıldığı son Cumartesi Anneleri eylemindeki fotoğrafını görün derim ben önce. Kitabı okuduktan sonra tekrar bulun o fotoğrafı.

Kitap, 1970’li yılları; Hasköy Mahallesi, Eren ailesi ve Hayrettin Eren üzerinden anlatıyor. Bilmeyenler için; Hayrettin Eren, yazarın, 70’li yılların ortasında kendisini “Dev-Genç’li” olarak tanımlayarak yola çıkmış, 1980 askeri darbesinden sonra Dev-Sol militanı olarak yakalanmış ve bir daha haber alınamamış olan abisidir. Ben bir solukta okudum Faruk Eren’in anlattıklarını. Cesaretini ve içtenliğini kutluyorum. Yalın ve yer yer ironik satırlarının arasında annelerin, babaların, gençlerin fotoğrafları geçti önümden. Gözlerimi kaçırmadım. Tıpkı yazarın üslubu gibi hayatın kendi halinde akmasına izin verdim. Çok sonra, sokakta, alışverişte, gençlerin muzip gözlerine bakarken aklıma düştü; kitapta bir eski Murat 124’ün egzozunu görenlerin evde bazuka bulunduğunu sanmaları. Güldüm her seferinde, yaşanmış olanlar kimsenin canını yakmamış gibi. Bir Hasköy delikanlısının kendisiyle aynı yolda yürüyen arkadaşlarından daha çok evdeki iki genç kızın başına gelebilecekleri düşünüp direnmesini hatırladım. Lise öğrencisi Faruk Eren’in iki can arkadaşının aynı gün vurulduğunu öğrenmesi takıldı boğazıma. Etrafıma baktım; annelere, gençlere, öğrencilere… Televizyonda haberleri izledim. Sokaklarda dolaşan seçim arabalarını dinledim. Mart ayının başında, bir daha hiç şansları olmayacakmış gibi çiçeğe duran badem ağaçlarına sarıldım. Dallarının arasında, Çerkes köylerinden gelen ailelerin birbirlerine naif ve derin tutunuşlarını gördüm. Azınlıkların, Yahudilerin, hâlâ hatırlanabilen bir zaman dilimi içerisinde günlük hayatımızın sahnesinden çekilişlerini fark ettim. Hasköy’deki dokunun sosyolojik açılımlarına takıldı aklım. Doğrusu yanlışı bir yana, hepsi yaşanmıştı gerçekten.

Okuyun derim ben. Hayatın her neresinde bulunuyor olursanız olun okuyun.

Son yıllarda yaşanan saldırıları düşündüm kitabı kapattıktan sonra. Ankara’da otobüs durağında, Suruç’ta, Ankara Garı’nda… İlk olarak Diyarbakır’da… Anavatan Kafkasya ile ilgili faili meçhullerde… İnsan olanın canını yakan kayıplar yaşandı ve her birimiz en çok kendimizi özdeşleştirebildiklerimizi tuttuk hatırımızda farkında olmadan. Bize benzeyenlere, bizden olanlara yapılanlar en çok yaktı canımızı. Bizim gibi düşünmeyenlerin, yaşamayanların acılarına ve sevinçlerine duyarsızlaştıkça kendi acılarımıza da zemin hazırlıyor olmamızda gizliydi belki gerçek umutsuzluklar.

Hayrettin Eren’i ve ailesini anlatan bu kitap, bu ülkede yaşayan bir Çerkes ailesinin yangının göbeğindeki hikâyesidir. Uluslararası bir şirkette yöneticilik yaparken Çerkesçe yaptığımız kısa bir sohbetin sıcaklığı kadar, bir iş başvurusunda Çerkesliğimizin bize hatırlatılması kadar, pşine sesiyle kurduğumuz düğünler kadar, onur duyarak taktığımız şarhonlarımız kadar, iş hayatında birbirimize verdiğimiz, vermediğimiz küçük destekler kadar, bir türlü ortak paydalarımızı tanımlayamayıp birlikte yürümeyi beceremeyişimiz kadar, kimliğin yeniden üretilmesi adına atılmış tüm adımlar kadar, siyasi örgütlenmelerin bulandırılmış suları kadar, üniversitelerdeki KAF örgütlenmeleri kadar gerçektir. Doğrudur; kitapta Çerkeslerin değil yangının hikâyesini okuyacağız. Kapısının önünde oğlunu vurmak için dolanan kişinin üzerine yürüyen annenin kadim cesaretini mutlaka tanıyacaktır ama yüreklerimiz.